3 Ekim 2009 Cumartesi

pala

geçen sene gezdiğim bir fuarda birinin bana lise bitti mi diye sorduğundan beri ciddi bir yaş kompleksi yaşıyordum. göbek bırakmam, kafamı sürekli olarak kazımam, hatta konuşurken sesimi kalınlaştırmam bile fayda etmeyince, son çare olarak bıyık bırakmayı denedim. sanırım 30 eylülden beri bıyıklarımı kesmiyorum. seyrek oldukları için de onlara aloe vera lı kremlerle, badem yağlarıyla bakıp gürleştirmeye çalışıyorum. 1 ay geçmesine karşın hala, bazı kişilerin 3 günlük bıyığı gibi durmasına rağmen, dün köpeğimizi gezdirirken, 10-12 yaşında bir çocuğun "AMCA, ısırır mı" diye sorması göğsümü kabarttı. her ne kadar çok rahatsız birşey olsa da bu bıyık işini sürdüreceğimi düşünüyorum. bu çerçevede önümüzdeki günlerde blogun adını "palanın kehaneti" ne de çevirebilirim.

kemallo, softer version..

bir adam düşünün ki adı kemal (bilgi ve erdem bakımından olgun kişi) olsun.. delikanlıların harman olduğu yerlerden biri olan 44 plakalı güzide ilimiz malatyada yetişsin.. yaşıtları okuldan sonra televizyonda spiderman çizgi filmi izlerken, türkiyede bahisçilik bilinmezken, o merdiven altı işletmelerde elden bahis oynasın.. istanbulda ayak basmadığı stadyum, halı saha, kırathane kalmasın.. sabah uyandığında el kaide militanlarını andıran suratı, haşin kılları, 1.90 a yakın boyu ben erkeğin hasıyım diye bağırsın.. tüm bunlara karşın, tüm arkadaşları puştun, ibnenin önde gideniyken, bu sert erkek, onur ve gururun yılmaz savunucusu olsun.. ilkelerinden hiç vazgeçmesin, delikanlılık kitabının yazdıklarından birkez olsun şaşmasın..
sonra gene düşünün ki, bir gün facebooka girdiğinizde, hiç tanımadığınız biri size ekleme talebi yollayıp, açıklama olarak da "kendi aramızda kemalin kadın elbisesi ile fotoğraflarını paylaşıyoruz" yazsın..
tabi o kadar ihtimal dışı bulursunuz ki, biri acaba facebookumu falan mı hacklicek diye kıllanırsınız. ki ben de aynen öyle kıllandım. ama sonra bi baktım, bu kemal olacak densizin nişanlısı dahil (evet adam bir de nişanlı ya) herkes mutual friends de.
velhasıl kelam mevzu gerçekmiş. bu terörist kılıklı adam hakkaten kadın giysisi giymiş. utanmasa jartiyer falan da giyecekmiş. hatta şimdi bi daha baktım resimlere, tek elinde de dirseğe kadar file eldiven var, tek parça (eteği mini) elbisesiyle pişmiş kelle gibi sırıtıyor.
bu adamın babasının adı cumali (camiada pala cumo diye bilinir), kuzeni malatya güreş şampiyonu. ailenin diğer erkeklerine baktığımızda da, bunlara bir yerlerden aslan geni bulaşmış diyebileceğimiz özelliklere sahipler. ama gel gör ki, bu hırto, bu özelliklerini sadece 25 yıl koruyabildi. ve sonunda içindeki çekinik topoş geni aktif hale geldi. böyle diyorum çünkü zaten kemalloda son zamanlarda bir yumuşama belli belirsiz seziliyordu. kahveden uzaklaşmalar, maçları izlememeler, sigarayı bırakma gibi. zaten bizim tüm ekip olarak senelerce herşeyi deneyip, bir kadın çorabı bile giydirmeyi başaramadığımız kemallonun, basit bir playstation iddiası üzerine mezuniyet balosuna giden liseli kızlar gibi giyinip süslenmesi ciddi bir kunekliği işaret ediyor. (hatta içten içe iddiayı bilerek kaybettiğinden bile kıllanıyorum)
tabi artık olan oldu. bundan sonra neler yapılacağını da irdelemek lazım. biz ekip olarak adam olma yolunda adım adım ilerlemeye çalışırken, kemonun adamlıktan kadınlığa doğru ani sıçraması ona olan saygımızı azaltsa da, sevgimizden pek fazla birşey eksilteceğini sanmıyorum. yanlız ben kişisel olarak eski çeteleleri araştırıp, bizim mini playstation turnuvalardan kazanıp da kemalden tahsil edemediğiklerimi talep etmeyi düşünüyorum. önümüzdeki günler kemo, ya da yeni adıyla totoş kemal için oldukça hareketli geçebilir

10 Ağustos 2009 Pazartesi

akçakocada olmak..

- kahvede yaşlı amcaların karadeniz şivesiyle lost muhabbeti yaptığına tanık olmaktır
- şöför yol vermedi diye "tırın" dövülmesini görmektir
- hiç tanımadığın adamlarla iki- üç saat muhabbet etmektir
- kafana sincap düşme ihtimalinin yüksek olmasına rağmen aldırış etmemektir
- yatağının yanında bıçak ve sopa ile uyumaktır
- bazı geceler psikopata bağlamaktır
- omuzlara kadar yağ içindeyken suların akmamasıdır (artık 500 litrelik depomuz var gerçi)
- yüzünü yıkamayı unutup düzceye kamuflajlı komando gibi gitmektir
- iki iç don ve pantolona rağmen üşümektir
- gece 4 battaniye ile yatıp, uyurken bere takmaktır
- 25 yaşından sonra soba yakmayı öğrenmektir
- 25 yaşından sonra soba bacası temizlemeyi öğrenmektir
- maç izlemek için 2 km yürümektir
- 380 volt elektrik yiyip hayatta kalmaktır
- durup dururken bayılmak, yere düşene kadarki sürede rüya görmektir (sadece gözüm morardı)
- denizi görüp girmeye tırsmaktır, buna rağmen yüzen inek (gerçek inek) görüp, inek yüzermiydi sorusunu aylarca düşünmektir
- sahilde dururken yunus görmektir
- sıkıntıdan 2 sezon prison break i 4 gecede izlemektir
- bir traktör römorkuna, ilk onbir, yedekleri, antrenörleri, yöneticileri ve biriki taraftar grubuyla 2 futbol takımı oluşturacak kadar adamın sığabildiğine tank olmaktır
- gece rüyanda boru görmektir
- mutfak tezgahında bıraktığın bir şişe suyun donduğuna tanık olmak ve şaşırmamaktır
- dolabın normal bölmelerinin deep freeze olarak çalışmasıdır
- zaman zaman "burda ne arıyorum ben" diye sormaktır
- herşeye rağmen mutlu olmaktır :)

11 Haziran 2009 Perşembe

merabaa

Evet, uzunca bir aradan sonra tekrar merhaba. Daha önce space ime yazdığım yazılara bundan sonra bu blogdan devam etmeyi düşünüyorum.
Aslında kimseyi ilgilendirmiyor, fakat space e yazmaya niye başladığımı, sonra neden bıraktığımı, şimdi nasıl tekrar blog işine girdiğimi kısaca anlatayım.
Herşey 4. sınıfta, bir ibnenin verdiği çok lüzumsuz bir dersi, çok matah birşey sanarak seçmemle başladı.
Bu adamın dersi ve kendi üslubu öylesine eziyetti ki, bir dönemde 2 mühendislik 1 tıp fakültesi bitirmiş kadar stres yaşadığıma inanıyorum. O sıralar öyle gergindim ki dokunduğum tüm metallerden elektrik çarpıyordu. Bu şaka ya da mübalağa değil, gerçekten çarpıyordu. Zaten space in adı da durumu anlatıyor "yüksek gerilim".
Neyse işte, bir gece, verdiği saçma sapan proje ile uğraşırken niyeti bozdum, bu fuzuli (unnecessary) insana nefretimi kusan bir yazı yazdım. Yazınca tam rahatlamış hissetmedim, bu yüzden herkes okusun, "vay be analar ne orospu çocukları doğuruyor" desin diye yazıyı space e koydum. Söz konusu dönem içinde en huzurlu uyuduğum gecelerden biri bu yazıyı yazdığım gece olmuştu diyebilirim.
Benim kişisel terapi amaçlı yaptığım bu doğaçlama çalışma okuyanlar tarafından olumlu tepki alınca, diğer uyuz olduğum şeyleri de yazayım dedim. Bu şekilde gelişti.
Peki daha sonra neden kapattım? Ben, potansiyel olarak, her olay ve durumda sorun bulabilen bir insan olduğum için, epey yazacak malzemem birikmişti. Ama oturup yazacak zamanı bulmak zor oluyordu. Derken bazı yazdıklarımın, bazı insanları üzdüğünü farkettim. Aslında normalde çok umrumda olmaz ama nasıl bir dönemime denk geldiyse bir gün ani bir kararla bütün yazıları kaldırdım..
Tabi yedekleyerek :) Geçtiğimiz haftasonu da uzun bir aradan sonra evime gidebildim. 8 aydan sonra falan ilk defa evdeki bilgisayarı açtım. Eski ıvır zıvırları gözden geçirirken bu yazıları kaydettiğim dosyayı buldum. Açıp birikisini okuyunca epey eğlendim, keşke kapatmasaydım dedim. Gene de tekrar yazmaya başlamazdım belki ama, gecenin ilerleyen dakikalarında bilgisayar birden bire bozulup, tekrar açılmayınca, ilk aklıma gelen "ya yazıları kurtaramazsam" oldu.
Şu anda hala yazıları kurtarıp kurtaramayacağımı bilmiyorum, ama bu olayla birlikte tekrar yazma kararı aldım. İçerik nasıl olur ne yazarım falan açıkçası pek bir fikrim yok. Ben de sizler gibi merak içindeyim.
Aslında buraya kadar yazmamın sebebi hala birşeyler yazıp yazamadığımı görmek oldu. Malum bir çoğunuzun bildiği üzere şu anda çok acaip bir yerde çok acaip işlerle meşgulüm, ve bu acaip durum beni zihinsel olarak çok yoruyor.
Velhasıl kelam, böyle başlamış oldum hayırlı uğurlu olsun